Yalnızca birkaç askerî birlik kendi adını tarihe altın harfler ile yazdırmıştır. Bunlardan biri de yeniçerilerdir. Rivayet odur ki Orhan Gazi, 1361’de Yeniçeri Ocağı’nı kururken Hacı Bektaş dergâhından hayır duası istemiştir. Bu isteği karşılıksız bırakmayan Pir’in ağzından çıkan cümleler ise şunlardır: “Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun. Cenabı-Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun.“
Teşkilat kurulduktan ancak 2 sene sonra aktif hizmetlerde görev almaya başlamıştır. Bunun en önemli nedeni ise bu ordunun ihtiyaçlarının giderilmesi, gerekli asker sayısına ulaştırılması ve talim ihtiyacıdır. Yeniçeriler aslen savaş esirlerinin, yetimlerin ve kimsesiz çocukların devşirme sistemine katılarak askere alınmasından oluşur. Bunun yanı sıra kan vergisi adı denilen ve belirli şartlara uyarak yapılan askere alımlar da yaygındı. Bu şartlar şunlardır:
- Hanede birden fazla erkek çocuğun bulunması
- Yakın haneden başka bir çocuğun alınmamış olması
- Çocuğun fiziksel özelliklerinin ortalama olması
- Çocuğun itaatkar olması
Bir süre sonra Yeniçeri Ocağı’nın kazandığı başarıları görenler, rütbe ve altın kazanmak için gönüllü başvuracaklardı. Çünkü devşirme sisteminde meritokrasi esas alınmıştır. Yani güçlü ve yetenekli olanın rütbesi yükselirdi. Kendilerini kanıtlama isteği, savaşlarda cesaret örnekleri göstermelerine olanak sağlamış ve yeniçerileri bir savaş makinesine çevirmiştir.
Yeniçerilerin ihtiyaçları ordudan karşılanıyordu. Fakat özel işleri için her üç ayda bir ulufe denilen bir maaş alıyorlardı. Bunun yanında savaş ganimetinden pay ve yeni tahta çıkan padişahtan aldıkları cülus bahşişi de önde gelen gelir kaynaklarındandı. Ancak ocak bozulmaya başladığında odunculuk, kahvecilik, kayıkçılık gibi işlerde de çalışmaya başlayacaklardı.
Her ne kadar savaş makinesi olsalar da yeniçeriler böyle doğmuyordu. Bu güce ulaşmak için geçmeleri gereken sıkı talimler vardı. Öncelikle Türklüğü ve Müslümanlığı benimsemeleri, Türkçeyi öğrenmeleri için birkaç yıllığına Türk ailelerle yaşarlardı. Bundan sonra toplanırlar ve asıl eğitimleri başlardı. Bu toplamayı yapan kişi eşkal defterine -çocukların kaydedildiği önemli bir deftere- sahiptir. Çeşitli testlerden geçen adaylar kategorilere ayrılırlardı. Zeki olanlar Enderun Mektebi'ne, okçuluğa yeteneği olanlar solaklara, sultan muhafızı olacaklar ise Yeniçeri Ocağı'na alınırdı. Bunların dışında da elbet ocaklar vardı ama en yetkin olanlar bu üçüydü.
Yeniçeri Ocağı'na kabul edilmiş bir birey, padişaha ve ocağa yeminle bağlanırdı. Bu yemini bozmak vatana ihanetle eşdeğerdi. Aynı zamanda kuralları da sertti ve bozmanın cezası ölüme kadar gidebilirdi. Bu kurallar ise şunlardır:
- Kumandan ve zabitleri birlikten yetişme bile olsa şartsız itaat
- Cümlesinin bir vücut gibi müttefik, kışla ve karargâhlarıyla aynı yerde bulunmak
- Debdebe ve tantana gibi askerlik ve mertliğe yakışmayan şeylerden sakınmak
- İslamiyet’in emirlerini eksiksiz yerine getirip nehiylerinden sakınmak
- Haklarında verilecek katil ve idam cezalarının muayyen maddelere hasredilmesi
- Ocaktaki rütbe ve terfilerinin kıdem sırasıyla yapılması
- Yeniçerilerin kendi zabitlerinden başkası tarafından tekdir ve cezalandırılamaması
- Malullerin (yaşlı ve sakat olanlar) tekaüt edilmesi
- Sakal bırakmamaları
- Evlenmemeleri
- Kışlalarından ayrılmamaları
- Talim ve terbiye ile vakit geçirmek
Yeniçerilerin günleri de savaş düzenleri gibi tertipliydi. Sabah ezanı ile kalkan yeniçeriler, günlerini talim yaparak geçirirlerdi. Her yeniçeri kılıç kullanmayı ve ok atmayı çok iyi bilmek zorundaydı. Bunların yanı sıra her gün güç ve dayanıklılık egzersizleri yaparak vücutlarını dinç tutmaktalardı. Tüm bu talimleri yeteri kadar yaptıktan sonra kendinden kıdemliler tarafından kabul görürlerdi. Artık onlar padişaha itaatten, İslam'a kuvvet vermekten başka bir şey düşünmezlerdi. Açlığa, susuzluğa, yorgunluğa göğüs geren bu askerler, dünyada piyade birliklerinin ve düzenli ordunun ilk örneğiydi.
Peki her şey bu kadar iyi giderken ne oldu da Yeniçeri Ocağı kaldırıldı? Bunun sebebi olarak ocakta bulunan ve devlete hizmet etmekle yükümlü bulunan kişilerin devlete başkaldırmaları gösterilebilir. Başlarda ekonomik sebeplerden dolayı olay çıkartsalar da bir süre sonra devletin siyasi istikrarını bozmaya başlamışlardır. Bu isyanlardan en büyüğü ise Genç Osman'ın (II. Osman) öldürüldüğü isyandır.
Rivayet odur ki padişahı arabayla saraydan Yedikule Zindanları'na kadar götürüp orada boğarak öldürmüşlerdir. II. Mahmud'un hükmüne kadar, yeniçeriler devlete sadece bir yük olmuş ve hatta onu zehirlemişlerdir. Bunu gören II. Mahmud ise duruma el atarak Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması için gerekli çalışmalara başlamıştır.
Öncelikle Anadolu ve Rumeli'deki otoritesini artırmak için Sened-i İttifak'ı imzalamış ve beylerine birtakım imtiyazlar vermiştir. Sonrasında Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp Asakir-i Mansure-i Muhammediye adını vereceği yeni orduyu kurmuştur.
Padişah, Mayıs 1826’da Şeyhü’l-islâm'ın konağında, vezirlerden ve Yeniçeri Ocağı’nın önde gelenlerinden bir meclis toplamıştır. Bu mecliste ocağın kötü halini gündeme getirmiştir. Bunun üzerine Yeniçeri Ağası Mehmed Celâlettin Ağa, yeniçerilerin yeni talime açık olduklarını bildirmiş ve Eşkinci Ocağı adıyla yeni bir ordunun kurulmasına karar verilmiştir.
Padişahın emriyle hemen bir kanun oluşturulmuştur. Buna göre her Yeniçeri Ortası, içerisinden subaylarının tespit ettiği yüz elli nefer Avrupa tarzı eğitimi kabul edecek ve ilk etapta 7650 nefer bu şekilde modern talim görecekti. Esasen Sultan, sistemin yürümeyip ocağın bunu kabul etmeyeceğini ve yeni bir isyan doğacağını bilmekteydi. Nitekim meclisin kararına onay veren yeniçeri ağalarının büyük bir kısmı, ocakta yeniçerileri kışkırtmaya başlamıştı.
Yeniçeriler, 1807'de yaptıkları gibi 15 Haziran 1826 tarihinde, kazanlarını kaldırıp Et Meydanı’nda toplandı. Fakat Padişah’ın önceden yanına çektiği ulema sınıfının ileri gelenleri Topkapı Sarayı’na gelerek isyanın bastırılması gerektiğini kabul etti.
Bu paralelde Padişah'ı desteklemeleri için İstanbul kadısı tarafından mahallelere temsilciler gönderilmiştir. Söz konusu isteğe olumlu cevap gelmiş, sayısız medrese öğrencisi ve diğer vatandaşlar sancak altında toplanmıştır. Bu sayede Sultan, geleneksel molla-yeniçeri dostluğunu bozmuş ve her başkaldırıda evine kapanan halkı yanına toplamıştı.
Padişah bu kulvardaki son emrini vererek kendisine sadık kalan cebecilerin ve silahlanan halkın Et Meydanı’na yürümesini istemiştir. Kışlalarına çekilen yeniçerilere teslim olmalarını emretmiş ve doğal olarak ret cevabını almıştır. Cebeciler, Padişah’ın emriyle kışlaları topa tutmuş ve bunun sonucunda meydan yaralı ve ölü yeniçerilerle dolmuştur. 6000'den fazla yeniçeri öldürülmüş, 20000 civarında isyancı da tutuklanmıştır. Bu saldırıdan kurtulmayı başaran yeniçeriler ise yaklaşık iki ayda yakalanmış ve idam edilmiştir. Devamında bir beyannâme ile Yeniçeri Ocağı lağvedilmiş ve bu olaya da Vak‘a-i Hayriyye adı verilmiştir.
Kaynak:
|
Hayal Gücünüzü Besleyin: Benzer Konulardaki Bağlantıları İnceleyin